top of page

KADİM HUKUKLARDA CEZALANDIRMA

  • Yazarın fotoğrafı: Berkay Özdemir
    Berkay Özdemir
  • 30 Eyl 2022
  • 7 dakikada okunur


Önceki yazımızda antik çağ hukuklarında evlenme, boşanma, velayet, miras, kadının intifa hakkı gibi konulara değinmiştik. Aile hukuku kapsamında değerlendirilen yazının ikinci bölümü niteliğinde olacak bu yazımızın konusu ise ceza hukuku olarak belirlenmiştir.

Cezalandırmanın tarihine bakmak için insanlığın tarihine bakmak gerekir. Çünkü insan var olduğu ilk günden beri ya birbirini cezalandırmaktadır ya da başka birtakım güçler tarafından cezalandırıldığına inanmaktadır. Tarihin bazı dönemlerinde deprem, sel, ay/güneş tutulmaları, medcezir gibi doğa olayları Tanrı’nın insanları cezalandırması olarak nitelendirilmiştir. Bu yazıda buna değinilmeyecek olup Sümer, Akad, Babil, Hitit, Antik Hint, Antik Çin ve Kadim Türk devletlerinde insanların birbirini ya da devletin insanları cezalandırmasına değinilecektir.


SÜMER ve AKAD’DA CEZALANDIRMA



Suçlunun takibi ve cezalandırılması devletin yetkili organlarınca yapılırdı. Adam öldürme, yaralama, dövme, genel adaba aykırı hareketler, tecavüz, hırsızlık gibi fiiller suç sayılarak, bunların her biri hakkında çeşitli cezalar belirlenmişti. Şahıslara karşı işlenen suçlara verilecek cezalar, suça muhatap olan kişinin hür olup olmamasına göre değişirdi. Kölelerin hür kişilere karşı işledikleri suçların cezaları daha ağır olurdu. Bir hürü öldüren bir başka hür kişi, ölenin ve öldürenin sosyal mevkiine göre değişen bir para cezası öderken, aynı suçu işleyen bir köle öldürülürdü. Bir başkasına bedeni bir zarar veren köleye ise göze göz, dişe diş, yani kısas ilkesi uygulanırdı.

Sümer hukuku, özel mülkiyete verdiği önem dolayısıyla, hırsızlık suçuyla ilgili olarak ağır cezalar öngörmüştü. Mesela, bir mabede veya hükümdara ait bir şeyi çalan veya böyle bir hırsıza yataklık eden kimse, ya çaldığı malın 35 mislini öder veya ölüme mahkûm edilirdi. Hırsızlık maksadıyla bir evin duvarını delerek içeri giren kimse öldürülür ve cesedi de o duvarın önüne gömülürdü. Bir yangını fırsat bilerek yağmacılık yapan kimse yakılarak cezalandırılırdı. Çocuk çalmak veya çalana yataklık etmek; köleleri kaçırmak/çalmak ölüm cezasını gerektirirdi. Aile reisine ait bir malı oğlundan veya efendisine ait bir malı onun kölesinden satın alan yahut bunları rehin olarak kabul eden kimse, hırsızlık veya hırsızlığa yataklık eden kimse gibi cezalandırılırdı.


BABİL’DE CEZALANDIRMA



Hammurabi Kanunnamesi’nde suç sayılan pek çok fiilin belirtildiği ve suçun ağırlığı yanında, gerek suçlunun, gerek suça muhatap olan mağdurun hür olup olmadığı da göz önünde tutularak, bunlara ilişkin cezaların belirlendiği görülmektedir. Cezalandırmada esas ilke “lex talions” (kısas) ilkesiydi yani tarafların sosyal statüsü eşitse, suç sayılan fiilin aynısının devletçe suçlunun şahsına da uygulanmasıydı. Öldürene ölüm cezası; göz çıkarana, göz çıkarma cezası verilmesi gibi. Ancak, kısas cezasının uygulanmasında suçlunun suçu işleme kastının varlığı aranır, böyle bir kasıt yoksa kısas cezasının yerine tazminat gibi cezaların verilmesi yoluna gidilir. Kast, cezai sorumluluğun esasıdır. Kasten insan öldürme ile, kavgaya karışarak taksirle insan öldürme arasında ayırım yapılmakta ve ona göre farklı cezalar öngörülmektedir. Yaralama ve dövme gibi durumlarda, tarafların sosyal mevkiilerine göre değişen cezalar tespit edilmiştir. İftira suçunda genel ilke, iftira edenin, iftira ettiği suçun cezası ne ise o cezaya çarptırılmasıdır.

Hammurabi Kanunu’na göre, korunmalı durumdaki bir malı evden vs. çalan kişinin cezası idamdır; ancak dışarıda bulunan başkasına ait bir hayvanın, geminin veya emaneten verilen bir şeyin çalınması durumunda, el kesme veya tazminat ödeme cezası uygulanır. Hammurabi Kanunnamesi, evli kadının zina etmesini çok ağır bir suç telakki ederek, faillerini, “bağlanarak nehre atılma” cezası ile cezalandırmaktadır. Fakat koca, bu fiili işleyen karısını ölüme göndermeyip, köle statüsüne sokarak diğer köleleri arasına katabilir veya satabilirdi. Bu durumda, erkek de ölüme gönderilmez, kral da “kulu”nun hayatını bağışlardı. Diğer yandan, ensest ilişkiler de yasaklanmakta ve failler duruma göre, sürgün, ölüm gibi cezalar öngörülmektedir. Hükmün tesisinde şâhit ifadelerinin ağırlığı büyük olduğundan, şahitlikle ilgili bazı kanuni düzenlemelere gidildiği görülmektedir. Şâhitlikten imtina eden bir kimse, ihtilafın konusu olan şey ne ise onun bedelini öderdi. Yalancı şahitlikte bulunan kişi, ilgili suçun cezası idamsa idama, parayla ilgili bir husus ise aynı miktar cezaya çarptırılırdı.


HİTİT’TE CEZALANDIRMA



Hitit ceza hukukunda, diğer çağdaşı toplumlara (mesela Hammurabi ve Asur kanunlarıyla) kıyaslandığında, suçlara ilişkin cezaların tespitinde daha insani ve daha mutedil bir yol izlendiği, cezaların daha hafif olduğu görülmektedir. Suçun mahiyetine ve failde kast unsurunun bulunup bulunmadığına göre miktarı değişen bir meblağın, suçlu tarafından suçtan zarar görene ödenmesi, mesela suçlunun ortaya çıkan zararın birkaç misli tazminata mahkûm edilmesi gibi cezalar vardı. Bu cezaların asgari ve azami sınırları kanunda belirtilmiş, alt ve üst sınır arasında bir tazminatın tarafların uzlaşması veya uzlaştırılması yoluyla belirlenmesi gibi bir düzenlemeye gidilmişti. Cezaların belirlenmesinde mağdurun sosyal durumu, hür veya köle olması dikkate alınmaktadır.

Ölüm cezalarına daha az yer verilmekte, insan öldürme suçlarında bile, fidye ve tazminat yoluna gidilmektedir. Organ kesme, sakatlama gibi, Asur kanunlarında çok yaygın olan bedeni cezalar Hitit hukukunda sadece kölelere uygulanırdı. Hür kişilerin birbirlerine karşı işledikleri öldürme, yaralama, hırsızlık, saldırı, kara büyü, mala mülke zarar verme gibi suçlara öngörülen cezalar tazminat şeklindedir. Ayrıca tedavi masraflarını ödemek ve işten kaldığı günler için de karşı tarafa, onun yerine iş yapacak kimse temin etmek gibi cezalar verilirdi. Ölüm cezasının yer aldığı çok sınırlı hallerde de, kralın suçluyu affedebilmesi imkanı söz konusuydu.

İlke olarak suçluların devlet organları tarafından cezalandırılmaları esası benimsenmiş ve ihkâk-ı hak ve intikam uygulamasına yer verilmemiş olmakla beraber, geçmiş dönemlerin bir kalıntısı olarak, istisnai de olsa, bazı durumlarda, suçtan zarar görenlere suçluyu bizzat cezalandırma imkânı tanındığı görülmektedir: Mesela, karısını, kendi evinde bir başkası ile zina hâlinde yakalayan koca, her ikisini öldürebilirdi.

Hitit kanunları, hür kişiler arasındaki öldürme vakalarında katilin tazminat ödemesini öngörmektedir. Katilin köle olduğu durumlarda tazminat miktarı hür kişinin yarısı kadardır. Bir kimseyi kasten öldüren kişi, ölenin akrabalarına fidye olarak 4 köle vermek zorundadır. İnsan öldürme fiilini işleyen kişi, köle bulamadığı takdirde kendisi ve/veya çocuğu da karşı tarafın kölesi olabilirdi. Eğer, öldürülen şahıs köle ise, fidye sayısı iki köledir. Taksirli veya tedbirsizlik ve ihmalle hür bir kişinin ölümüne yol açan kişi, kasten insan öldürmedeki fidyenin yarısını öder: 2 köle. Öldürme fiili, toplu bir kavgaya karışma neticesi vuku bulmuşsa, ödenecek fidye 1 köleydi. Eğer öldürme fiili meşru müdafaa neticesinde vuku bulmuşsa, kanun, bunu nazara alıyor ve cezayı hafifletiyordu.

Hitit hukukunun, mülkiyet hakkına tecavüz, hırsızlık gibi suçlar için genellikle para cezaları öngördüğü anlaşılmaktadır. Suçlu hem çaldığı şeyleri iade etmek, hem de çalınan şeylerin mahiyetine göre değişen miktarlarda, -genellikle 3 misli- tazminat ödemek durumunda idi. Eğer hırsızlık fiilini işleyen köle ise, hür bir kişinin ödeyeceği miktarın yarısı kadar tazminat öderdi. Ancak, ilave bir ceza olarak burnu ve kulakları da kesilirdi. Eğer köle veya efendisi bu cezayı ödemezse, o zaman köle, bu tazminat miktarını karşılayacak kadar bir süre, malını çaldığı kişinin işinde çalışmak zorundaydı. Hayvan hırsızlığında, ödenecek tazminat miktarı, çalınan hayvanın piyasa fiyatının 5-10 katı civarında idi. Hırsızlık fiiline verilen cezaların, bazı durumlarda, çalınan mahallin korunaklı bir yer olup olmamasına göre ve çalınan şeyin miktarına göre de değiştiği görülmektedir.

Devlete karşı işlenen suçlara en ağır cezalar uygulanır, sadece bu suçu işleyenler değil, tüm aile efradı ve oturdukları mahaller bile ortadan kaldırılırdı.

İlahlara karşı işlenen suçlar (dini suçlar) idi. İlahların, kendilerine karşı bir suç işlendiğinde, sadece o kişiyi değil, tüm ailesini ve soyundan gelenleri bile cezalandırdıklarına inanılırdı.

Eğer bir köle hür bir kişiyi öldürürse, sadece o köle değil, ailesi de cezalandırılırdı. Daha sonraki dönemlerde, “cezanın şahsiliği ilkesi” ile bağdaşmayan bu tür uygulamalardan önemli ölçüde vazgeçildiği ve cezai sorumluluğun suçlunun şahsı ile sınırlandığı anlaşılmaktadır.


KADİM HİNT’TE CEZALANDIRMA



Hint’te Ceza Hukuku ile ilgili en eski düzenlemeler Manu ve Yajnavalkiya yasalarıdır.

Diğer suçlarda olduğu gibi, insan öldürmeye verilen ceza da, suçu işleyenin ve mağdurun ait olduğu kasta göre değişirdi. Bir Brahmanı öldürmek suçların en ağırı sayılır ve Kşatriya bile olsa idamla cezalandırılırken; bir Brahmanın aşağı kastlardan birini öldürmesi hâlinde, aşağı kastlara doğru gittikçe miktarı azalan para cezalarına; mesela bir Sudrayı öldürmüşse az bir para cezasına, bir Kşatriyayı öldürmüşse en ağır para cezasına hükmolunurdu. Keza, Vaysiya kastından biri bir Kşatriyayı öldürürse suçlu ölüm cezası ile cezalandırılırdı. Bir Vaysiya, yine kendi kastından birisini öldürürse, suçlunun malları müsadere edilirdi.

Hırsızlık suçuna verilen ceza da, çalan kişinin ve malı çalınanın kast durumuna göre değiştiği gibi, çalıntı eşyanın cinsine göre de farklı olurdu. Ancak, diğer suçlardan farklı olarak hırsızlık suçunun cezasının belirlenmesinde kast statüsü ters bir etki yapardı. Şöyle ki, öldürme, hakaret gibi, suçlunun şeref ve haysiyetini zedelediği düşünülmeyen suçlarda, bu suçları işleyenlere verilen cezalar yüksek kastlara doğru çıktıkça azalırken; hırsızlık gibi, failin şerefini ihlâl eden suçlarda ise ceza miktarı, yukarı kastlara doğru çıktıkça ağırlaşırdı. Hırsızın çaldığı malın değerine göre ödeyeceği tazminat miktarı, Sudra ise 8; Vaysiya ise 16; Kşatriya ise 32; Brahmanınki ise 64 kat idi. Çalıntı malın belirli bir meblağı aşması veya asil bir aileden pek kıymetli bir eşyanın çalınması durumlarında verilecek ceza daha da ağırlaşır ve el kesme, ayak kesme, hatta ölüm cezası bile uygulanabilirdi. Hırsıza yardım ve yataklık edene de hırsıza verilen cezanın aynısı uygulanırdı. Hırsızlık vuku bulmuş fakat ne fail ne de çalınan mallar bulunamamış ise, güvenliği sağlayamamış olması sebebiyle devlet sorumlu tutulur ve çalıntı malların bedeli hükümdarca tazmin edilirdi.

Hakaret suçlarında da, suçluya, suçun mahiyetine ve tarafların kast statüsüne göre değişen cezalar uygulanırdı. Bir Brahmanın üzerine tüküren, aşağı sınıftan birinin dudakları; sözle hakaret etmişse dili kesilir veya ağzı kızgın demirle dağlanır, elle vurmuşsa eli kesilirdi. Tersi durumlar, para ve hapis cezaları ile geçiştirilirdi. Yaralama suçu, yine olaya ve tarafların durumuna göre para ve sürgün cezalarıyla cezalandırılırdı.

Manu Mecellesinde evli kadının zinası, kastların/ırkların karışmasına ve bu yolla dünyanın mahvına sebep olacak pek ağır bir suç olarak değerlendirilirdi. Zina, ırza tecavüz gibi suçlarda da cezalar kastlara göre değişirdi. Manu Yasasına göre, bir kişi aynı kasttan bir kadınla rızası ile cinsel ilişkide bulunursa cezalandırılmaz. Ancak, bir kişi kendisinden yukarı kasttan bir kadınla rızası ile veya rızası dışında cinsel ilişkiye girerse ölüm cezasına çarptırılırdı. Bu cezanın infazı da, erkeğin yakılması, kadının da köpeklere parçalatılması şeklinde icra edilirdi.


KADİM ÇİN’DE CEZALANDIRMA


Diğer bütün toplumlarda olduğu gibi, çok eski dönemlerde Çin’de de ceza hukuku öç ve kısas esasına dayanıyordu. Suç işleyen kişi, zarar gören kişinin kendisi veya akrabaları tarafından cezalandırılırdı. Ancak, öç alacak kimsenin, mesela katili öldürmeden önce veya öldürdükten hemen sonra resmî makamları haberdar etmesi gerekirdi. Ayrıca, ilk devirlerde ceza verilirken kasıtda aranmıyor, “cezanınşahsiliği ilkesi”de pek dikkate alınmıyordu. Bu dönemlerde, cezanın suçlunun ıslahı amacına dönük değil; sadece onun tekrar suç işlemesini maddeten imkânsız kılma gayesiyle verildiği görülmektedir: İdam; ayak, burun gibi uzuvların kesilmesi, kısırlaştırılma, yüze/alına damga vurma vs. Ancak miktarı suçun türüne göre değişen bir diyet parası ödemek suretiyle suçlunun bu cezalardan kurtulabilmesi mümkündü.


KADİM TÜRK’TE CEZALANDIRMA


Türkler suçları içeriğine göre ikiye ayırmışlardır: Ağır Suçlar ve Hafif Suçlar. Ağır suçlar; vatana ihanet, insan öldürme, devlete isyan gibi fiiller iken hafif suçlar bunlar dışında kalan fiillerdir.

Türkler göçebe bir yaşam sürdüklerinden dolayı uzun süreli hapis cezası vermiyorlardı. Türklerdeki en uzun hapis cezası on günü geçmiyordu. Ayrıca suçlunun cezası devlet tarafından anında verildiğinden dolayı “kan gütme” olaylarına rastlanmıyordu. Kısa süreli hapis cezalarına ek olarak Çin kaynaklarında verilen bilgiye göre mahkûm sayısı ancak birkaç kişidir.

Aşağıda Köktürkler başta olmak üzere diğer Türk devletlerinde suç sayılan fiiller ve bu fiillerin müeyyidelerinden bazıları örneklenmiştir:

Fiil

​Müeyyide

​Adam öldürmek maksadıyla bıçağını sıyırmak (Hun kanunlarına göre)

İdam

Hafif cezayı gerektirecek fiil

Uzuv Ezilmesi

Adam öldürmek

İdam

Hırsızlık yaparken suçüstü yakalanmak

Mala El Koyma ve Ailesinin Hürriyetinin Kısıtlanması

Barış zamanında başkasına ok çekmek

İdam

Zina

İdam

Cinsel İstismar

Ağır Para Cezası ve Mağdur Kızla Evlendirilme

Ordudan kaçmak

İdam

Vatana ihanet etmek

İdam


Comments


  • Instagram
  • LinkedIn
  • Twitter
  • Youtube
bottom of page