MÜZEDE İLETİŞİME ANADOLU MEDENİYETLERİ MÜZESİ'NDEN FARKLI BİR BAKIŞ
- Berkay Özdemir
- 12 Oca 2023
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 31 Mar 2023

Kale Mahallesi, annemin doğduğu mahalle olmak dışında birçok öneme sahip. Çeşitli restorasyon çalışmalarıile yüzyıllardır ayakta duran Ankara Kalesi, Ahi Şerafeddin (Arslanhane) Camii, Bakırcılar Çarşısı, Saraçlar Çarşısı ve sayısız müzesi ile antik dönem Ancyra’sından modern dönem Ankara’sına tarih şöleni sunuyor. Bu şöleni sağlayan en zengin materyaller ise hiç şüphesiz ki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde bulunmaktadır. Bu eserler, yalnızca Ankara’dan değil, Orta Anadolu başta olmak üzere Anadolu’nun her yerinden getirilmiştir.
1921 yılında Ankara Kalesi’nin Akkale olarak adlandırılan burcunda Ankara’nın ilk müzesi kurulmuştur. Ancak Anadolu’dayapılan arkeolojik kazılardan çıkarılan objelerin Ankara’ya gönderilmesi ve bu objelerin sayısının çok fazla olması üzerine 1921 yılında Mahmut Paşa Bedesteni ve Kurşunlu Han’ın restorasyonu ile 1943 yılında Anadolu Medeniyetleri Müzesi kurulmuştur. Anadolu Medeniyetleri Müzesi, birçok yönüyle ilkleri yaşadığımız bir reformdur. Reform diyorum çünkü Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Eti Müzesi kurma fikrinden yola çıkılarak kurulmuş bir müzedir.
Müze, paleolitik çağdan başlayarak Osmanlı Devleti’ne kadarki dönemde Anadolu kazılarında elde edilmiş olan arkeolojik zenginliğimizin sergilendiği bir müzedir. Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ndeki envanter sayısı 195 bini bulmaktadır. Anadolu Medeniyetleri Müzesi, 3 salon ve 11 bölümden oluşmaktadır:
Üst Kat Salon: Paleolitik Çağ, Neolitik Çağ, Kalkolitik Çağ, Eski Tunç Çağı, Asur Ticaret Kolonileri Dönemi, Hititler, Frigler ve Urartular olmak üzere toplam 8 bölümden oluşmaktadır.
Alt Kat Salon: Çağlar Boyu Ankara ve Klasik Devirler olarak iki bölümden oluşan alt salonda, Ankara kazılarında ele geçen buluntular ile M.Ö. 1. binin ikinci yarısından başlayarak Arkaik, Klasik, Hellenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait altın, gümüş, cam, mermer, bronz eserler bulunmaktadır. Ayrıca ilk paradan başlayarak günümüze kadar madeni paralar da sergilenmektedir.
Taş Eserler Salonu: Mahmut Paşa Bedesteni’nin ortasındaki 10 kubbe ile örtülü dikdörtgen planlı kapalı mekânda, Hitit ve Geç Hitit Krallıkları Dönemine ait taş eserler sergilenmektedir.
Müze, haftanın tüm günleri, 08:30-17:30 saatleri arasında faaliyet göstermekte ve geçmişle günümüz arasındaki iletişimi koparmamaktadır.
Müzeyi doğru okumak ve dinlemek gerekiyor. Zira bunu başarabildiğimiz takdirde tarihin bize anlatmak istediğini tam ve gereği gibi anlayabiliriz. Örneğin Müze’ye ilk girdiğimizde sağımızda Neolitik dönemden kalma bir eve, sadece ev gözüyle bakarsak daha Müze’nin başında ilk yanılgıya düşmüş oluruz. Çünkü o, yalnızca bir ev değildir. Daha yazıyı bilmeyen, işaretleri ise yeni yeni öğrenen antik insanın bireysel iletişim merkezidir. Hatta kitlesel iletişimin ilk nüvelerini o evde bulabiliriz. Çünkü alışverişin değiş-tokuşla gerçekleştirildiği bir dönemde değiş-tokuş, evlerde yapılmakta idi. Bu da kitlelerin iletişmesini sağlamaktaydı.

Müzede ilerliyoruz ve geçmişin geçmişle, geçmişin günümüzle iletişimini dinlemeye/anlamaya devam ediyoruz. Müze’nin Neolitik dönem mühürleri bölümündeyiz. Mühür, imza icat edilmeden önce, bir kişinin iradesini beyan etme şeklidir. Taklit edilmesi mümkün olmayan ve şekline göre kimin irade beyan ettiğinin anlaşıldığı bir sistemdir. Mührün üzerindeki şekil, sahibinin zevkine (ya da zevksizliğine) kalmış olabilirdi ama bir şeyler anlatıyor olabilirdi de. Bu durum, günümüzdeki logo tasarımlarının en ilkel örnekleridir.

Müzede biraz daha ilerliyoruz ve naçizane en sevdiğim bölüm olan koloni çağı bölümünün kil tabletlerinin bulunduğu alan vitrine geliyoruz. Artık şekillerle iletişim bitmiş, sesli iletişimin yanına bir de yazılı iletişim eklenmiştir. Yazı icat edilmiş, medeniyetler arası ticaret başlamış ve hayat artık daha kompleks hâle gelmiştir. Artık insanlar, taşa kazıdıkları harflerle mektuplar yazmış, sözleşmeler (devletler arası) akdetmiş, kararlar (mahkeme) vermiş[1], vasiyette bulunmuş, şiir yazmış, alış-satış yapmıştır. Kısacası tüm hayatını aktarmıştır. Bu aktarım, iletişim ile mümkün olduğuna göre hayat = iletişim diyebiliriz. İletişime aracılık edenler; Asur alfabesi, taşı kazımak için gerekli ekipmanlar, kazınmış taşı göndericiden alıcıya taşıyan ulaklar olmuştur.

Müzede biraz daha ilerleyince çok ilginç bir yapıyla karşılaşıyoruz: Kibele Heykeli ve heykelin konulduğu duvar. Eseri ilginçleştiren şey duvarda yer alan yazıdır. Frigçe bilmiyorum ancak Köktürkçe biliyor olmaktan ötürü metinde yer alan harflerden bazılarının Köktürkçe’deki “a” ve “e” seslerini karşılayan harfe denk geldiğini, Köktürkçe’de kelimeleri ayırmak için kullanılan iki nokta üst üste işaretinin Frigçe’ye üç nokta üst üste olarak geçtiğini tespit edebiliyorum. Bu da bizi şu noktaya çıkarıyor: Yüksek ihtimalle ticaretle uğraşan kavimler, Orta Asya mallarını Anadolu’ya taşırken sadece malları taşımadılar, medeniyeti de taşıdılar. Burada ticaretin, iletişime olan müspet etkisini görmekteyiz.

Müzenin Taş Eserler Salonu’na geçiyoruzşimdi hep birlikte. Ana kapıdan girdiğimizde bizi Kral Mutallu karşılıyor. Kendisi Asur Kralı tarafından Aslantepe kentini yönetmek üzere atanan bir kraldır. Aslantepe kazılarından elde edilen diğer buluntulara da dikkatle baktığımızda ortak bir nokta görüyoruz: Güler yüz.Kral ve diğer nöbetçiler güler yüzleri ile acaba ne anlatmak istiyorlardı? Belki de “mutlu insanların yaşadığı mutlu bir şehre hoş geldiniz” izlenimi verilmek isteniyordu. Belki de taşları kazıyan ustanın mutlu bir günüydü ve o gün yaptığı eserlerin tamamını güler yüzlü tasarladı.
Taş Eserler Salonu’nda Alacahöyük kabartmalarına(ortostatlara) bakalım şimdi de. Günlük hayattan, törenlerden, eğlencelerden sahneler işlenmiş durumdadır. Telli bir saz, bir çift flüt ve kastanyet benzeri bir ritim enstrümanı çalan ve oynayan olmak üzere toplam dört kişi kabartma şeklinde yapılmış. Demek ki artık iletişimde gelişme yaşanmış; göndericiler, ezgileri kullanarak alıcılara birtakım aktarımlarda bulunmakta. Kısacası bu bölümde yer alan duvar parçaları da, kapı motifleri de, mezar taşları da bir şeyler anlatıyor hem döneminde yaşayanlara hem de gelecek nesillere.
SONUÇ
Bu çalışmada “müzede iletişim” konusuna farklı bir bakış açısı ile bakıldı. Müzedeki objeler, bundan yüzyıllar önce yani üretildiği zamanın dünyasında, o zamanın insanları arasında iletişim sağlamaktaydı. Ancak bu çok normal bir durumdur çünkü üretilen nesnenin amacına hizmet etmesi gerekir. Tolstoy, bu nesnelerin üretildiği zamanda yaşasaydı sanat hakkında yaptığı tanımlamada, inceleme konusu nesneler üzerinden yapardı. Tolstoy’a göre, “Sanat, yaşadığı bir duyguyu karşısındakilere geçirmek isteyen birinin bu duyguyu kendinde yeniden üretmesi ve belirli dış işaretlerle onu ifade etmesiyle başlar.” Konuyu ilginç hale getiren ve bu satırların yazarın bakış açısına takılan nokta ise yüzlerce yıl geriden gelen nesnelerin halen iletişim halinde olması. M.S. 21. yüzyılda olmamıza rağmen nesneyi incelediğimizde çıkarımlar yapabiliyoruz. Nesneler halen bize bir şeyler anlatıyor ve bizimle iletişim kuruyor. Biz ise bakış açımıza göre ne anlattığını anlamaya çalışıyoruz. Kimimiz romantik bakış açısıyla bakıyor kimimiz akademik bakış açısıyla. Ama aradan geçen binlerce yıla rağmen, değişen dünyaya rağmen sabit kalan tek şey iletişim oluyor…
[1] Hukuk tahsilli olmanın verdiği avantajla o zamanki hukuk kuralları ile günümüz hukuk kuralları arasındaki benzerlikleri yakalayarak geçmişin günümüze olan etkisini anlayabiliyorum. Hatta geçmişin geçmişte kalmadığını, halen yaşadığını tespit etmem, pek âlâ mümkündür.
Yorumlar